
Öğr. Gör. Dr. Taner EROL
Diyanet: Laiklik ile Din Arasında Bir Kurumun Yolculuğu
Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924’te Atatürk’ün emriyle kurulduğundan bu yana Türkiye’nin dini hayatında ve toplumsal yapısında belirleyici bir rol üstlendi. Anayasa’nın 136. maddesi, Diyanet’in laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüşlerin dışında kalarak milletin dayanışmasını ve bütünleşmesini amaç edinmesini şart koşar.
Ne var ki burada bir çelişki saklıdır. Bir yanda İslam’ın inanç, ibadet ve ahlak esaslarını topluma aktarmak, diğer yanda laikliğin çizdiği sınırların dışına çıkmamak… Bu iki kavramı aynı çatı altında tutmak kolay değildir. Diyanet’in yıllar boyunca hem dini çevreleri hem de seküler kesimleri memnun edememesinin temelinde de bu ikilem yatar.
Türkiye, uzun yıllar boyunca “dinin devlete karışmadığı ama devletin dini şekillendirdiği” bir düzen yaşadı. Diyanet, kimi dönemlerde tarikatların ve cemaatlerin gölgesinde kalmakla, kimi zaman da İslam’ı kaynağından değil gelenekten yorumlamakla eleştirildi. Bugün ise tartışmalar daha çok hutbeler üzerinden yürütülüyor.
Bir noktayı özellikle vurgulamak gerekiyor: Türkiye’de aile kurumu ciddi bir sınavdan geçiyor. Boşanmalar artıyor, doğum oranı düşüyor, gençler erken yaşta evden kopuyor, uyuşturucu kullanımı yaygınlaşıyor. Aile olmadan ne toplumun dirliği sağlanır ne de devlet ayakta kalır. Bu yüzden Diyanet’in aileyi korumaya yönelik ısrarlı vurgularını yerinde ve değerli buluyorum.
Şu gerçeğin de altını çizmek gerekir: Diyanet’in ortaya koyduğu ölçüler, İslam’ın öngörüleridir. Kimse bunları uygulamak zorunda değildir. Miras konusunda Medeni Kanun esas alınır, ama tarafların rızası varsa İslam’ın yaklaşımına da başvurulabilir. İçki ve zina hakkındaki uyarılar da aynı şekilde inanmayan veya önemsemeyenler için bağlayıcı değil, sadece birer dini hatırlatmadır. Dikkate almaya değer bulanlar uygular.
Eleştirilen noktalardan biri de özgürlük adına yapılan yanlışların görmezden gelinmesidir. Diyanet’in LGBT, ensest ilişki, mahremiyet ve cinsiyet rolleri gibi konularda ortaya koyduğu uyarılar, toplumun değerlerini korumaya yöneliktir. Bu bağlamda Diyanet’in tutumunu isabetli buluyorum.
Ancak burada eksik bir taraf da var: Kamu ahlakı. Evet, Diyanet hutbelerinde zaman zaman kamu malına zarar vermenin, yolsuzluğun, nepotizmin, haksız kazancın ve devlet gücünü kişisel çıkar için kullanmanın yanlışlığına değiniyor. Ama bu uyarılar, aile konusundaki ısrarla aynı güçte dile getirilmiyor. Oysa adalet, liyakat, emanete sadakat ve kul hakkı, aile kadar hayati değerlerdir. Kamu gücünü kişisel güce dönüştürmek, devlet malını israf etmek, nepotizmi normalleştirmek, liyakati yok saymak, dini ve ahlaki açıdan en büyük veballer arasındadır. Bu konular hutbelerde çok daha kararlı ve ısrarlı bir şekilde işlenmelidir.
Çünkü toplumu ayakta tutan sadece aile değil; aynı zamanda adaletin, dürüstlüğün ve kamu hakkına riayetin korunmasıdır. Eğer aile, toplumsal yapının kalbini oluşturuyorsa; kamu ahlakı da devletin bel kemiğidir. Diyanet her iki alanda da aynı kararlılığı göstermelidir.
Sonuç olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eleştiriler karşısında gösterdiği direnç ve toplumsal değerlere vurgu yapması önemlidir. Kurumun ısrarlı duruşu, sadece dini bir görev değil; aynı zamanda toplumsal barışın, aile kurumunun ve devletin geleceğinin teminatıdır.