Öğr. Gör. Dr. Taner EROL

Öğr. Gör. Dr. Taner EROL

Ahlakı Kaybedersek, Her Şeyi Kaybederiz

Bir süredir şehirlerimizde düzenlenen bazı  etkinlikler, mahalle sofralarında, kahvehane köşelerinde ve evlerin mutfak masalarında ciddi tartışmalara neden oluyor. Sorun yalnızca kimin sahne aldığı veya hangi şarkının çaldığı değildir; mesele, bir toplumun hangi değerler etrafında şekillendiği ve genç kuşağa ne bıraktığıdır.

Toplumun ortak hassasiyetleriyle çatışan söylemler, mahremiyeti zorlayan sahne performansları ve gençliğin sınırlarını belirsizleştiren davranış biçimleri; ister kamudan ister özel sektörden destek alsın, mesele artık bireysel tercih olmaktan çıkar. Bu, bir kültür ve vicdan meselesidir. Dünyanın farklı bölgelerinde mazlumların hâlâ acı çektiği, gözyaşının dinmediği bir dönemde; büyük eğlence organizasyonlarının öne çıkarılması, birçok insanın vicdanında yara açmaktadır. Fedakârlık, dayanışma ve duyarlılık çağrılarıyla çelişen bu görüntüler, toplumun güven duygusunu zedelemektedir.

Gençlerin sevinmesi, müzikle nefes alması elbette doğaldır. Kimse buna karşı değildir. Ancak eğlence, toplumsal değerleri unutturan, ahlaki ölçüleri aşındıran bir şekle bürünüyorsa; burada mesele gençlerin değil, onlara örnek olamayan biz yetişkinlerin sorumluluğudur. Çünkü gençlik, gördüğünü yaşar. Biz büyükler olarak; sözümüz, duruşumuz ve davranışlarımızla model olamadığımızda, onlardan beklediğimiz bilinci nasıl talep edebiliriz? Onların rol modelleri biziz. Eğer biz işimizi özensiz yapar, davranışlarımızla samimiyeti kaybedersek, gençler hangi aynadan kendini görecek?

Gençlik bizim en kıymetli sermayemizdir. Onlara kapılar kapatmak değil; güven, sorumluluk, aidiyet ve vicdan duygusu kazandırmak esastır. Günümüzde medyanın, popüler kültürün ve küresel eğlence endüstrisinin etkisiyle gençlerimiz kimlik bocalaması yaşamaktadır. Bu etkilerden korunmaları için, yöneticisinden öğretmenine, sanatçısından ebeveynine kadar herkesin örnek bir duruş sergilemesi gerekir. Çünkü ahlaki sağlamlık, ekonomik kalkınmadan ya da teknolojik ilerlemeden daha az önemli değil, bilakis onların teminatıdır.
Teknoloji ilerleyebilir, ekonomi büyüyebilir; ama ahlak ve adalet zayıflarsa, o gelişmenin ruhu boşalır. Ahlak, kalkınmanın düşmanı değil; onun pusulasıdır.

Bu mesele, yalnızca gençlerin değil, toplumun bütün fertlerinin sınavıdır. Karar vericilerin, iş dünyasının, kanaat önderlerinin, sanatçıların ve ailelerin bu konuda ortak bir sorumluluğu vardır. Alanı, mekânı, sahneyi kim sağlarsa sağlasın; yapılan her etkinlik toplumun değer haritasına dokunur. Eğer bu alanlar, ahlaki hassasiyetleri hiçe sayan tercihlerle doldurulursa, toplumsal bağlar gevşer; güven, aidiyet ve dayanışma zayıflar.

Adalet ve hakkaniyet de burada merkezi bir öneme sahiptir. Her birey, her kurum kendi sorumluluğunu üstlenmeli; hatasını başkasına değil, kendi vicdanına sormalıdır. Kimse konumuna, makamına veya popülerliğine güvenerek hesap vermekten kaçmamalıdır. Çünkü adalet sarsıldığında, toplumun direnci de sarsılır.

Unutmayalım: Bir toplumun gerçek yükselişi; yalnızca yollarla, binalarla, yatırımlarla değil, erdem, doğruluk, adalet ve ahlakla mümkündür. Eğer biz yetişkinler, örnek olma görevimizi unutur, gençlere sadece öğüt verir ama uygulamada başka davranırsak; geleceği kendi ellerimizle zedeleriz. Artık silkelenme zamanı gelmiştir.

Gençlerimiz bizden dürüstlük, samimiyet, tutarlılık bekliyor. Onlara sadece nasihat değil, örnek bir hayat sunmamız gerekiyor. Çünkü çocuk, babasının yürüyüşüne bakarak yürür; öğrenci hocasının ses tonuyla düşünmeyi öğrenir; toplum, önderlerinin davranışlarından karakter kazanır.

Türkiye’nin gençliğe ihtiyacı var; gençliğin de Türkiye’ye. Bu ihtiyaç gösterişli programlarla değil; bilinç, hikmet, adalet ve ahlakla karşılanabilir. Kim bu değerleri aşındırmaya çalışırsa; bugün eleştirilecek, yarın hesabı mutlaka sorulacaktır. Çünkü hakikat saklansa da bir gün açığa çıkar; adalet gecikse de mutlaka tecelli eder.

Rabbim bizleri adaletten, ahlaktan ve hakkaniyetten ayırmasın.
Selam ve dua ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar