Burhan Okutan
SÜREKLİ ADALET!
Toplum içinde sıra dışı bir durum karşısında kamu otoritesini anında bilgilendiren bir vatandaşlık bilinci oluşturulması lazım! Ama maalesef bizim toplumda bu tür davranışlar “şikâyet kültürü” şeklinde algılanmaktadır!
İyi, doğru ve güzel olanı tavsiye ederken bu kavramların göreceliğini de hesaba katmak, bireysel tercihleri de dikkate almak, bu da çok önemli!
“Ben” merkezli bir hayatı dayatmak, “insan olma” ortak paydasına zarar vermektedir.
“Tahammül, inisiyatif, sabır, hoşgörü” gibi tüm insani yaklaşımlar, bu göreceliğin sonucudur…
Bir yerde bir cürüm işleniyorsa, genel ahlak kuralı ihlali varsa veya farklı bir baskı unsuru varsa, buna mani olacak “birey” değil, “kamu otoritesi” olmalıdır. “İyiliği emreden, kötülüğü ortadan kaldıran” güç, kamu otoritesidir. Sosyal bilinci yüksek toplumlarda bu böyledir. Bunun ötesinde bir de “ideolojik dayatmalar” vardır!
Anayasal çerçeveyi kendi ideolojik algı düzeyinde yorumlayan, empati kuramayan, kendilerini devletin mutlak sahibi ve temsilcisi görüp düstur dayatan baskı gurupları vardır. Kamunun her alanında bu baskı guruplarına rastlamak mümkündür. Bu baskı gurupları, “kanun devleti” çatısı altında gücünü göstermeye çalışır. Olmayan yasaklamaları da bu “militarist ruhla” vatandaşa dayatır. Hukuk devletinde ise bu tür dayatmalar olmaz. Olsa bile vatandaş, “ben devletime vergi veriyorum” diyebilen, hakkını sonuna kadar arayabilen bir özgüven sahibidir…
Referanslar temel alındığında “vatandaş, birey ve kul olarak” beraber yaşamanın ortak paydalarını inşa etmek zorundayız. Devlet; bu manada insanların işini kolaylaştırır, adaleti daima düstur edinir…
İyi bir “vatandaş” olmanın yolu; kamu düzenine taalluk eden kanunlara riayet etmekten geçer. Vatandaş, bir “hak” ihlali varsa o hakkı kendisi ihlal etmesi halinde bedelini göze almalı, o hak, devlet eliyle ihlal ediliyorsa hak aramanın en az hakları muhafaza etmek kadar önemli olduğunun bilincinde olmalıdır.
İyi “birey” olmanın yolu ise; evrensel değerleri gözetmek ve kollamakla mümkündür. Birey, kişiliğini inşa ederken bu ilkesellikle hareket eder…
İyi “kul” olmanın yolu ise; bir tasavvufi yaklaşım olarak “İlahi ente maksudi ve rızake madlubi” yani “Allah’ım maksadım sensin ve amacım senin rızanı kazanmaktır” olmalıdır. “Kul” olma bilincine yükselmiş bir “birey” veya “vatandaş”, trafikte kırmızı ışıkta geçmenin “kul hakkı ihlali” olduğunu bilir. Hayatının her alanında bu mikyasla hareket eder. Allah’ın rızasını kazanmak, kulluk bilincinde çok önemli!
Örnek “devlet” ise; “adaletle yönetilen” devlettir. Devlette; “birine yaz birine kış” demeksizin, herkesin ve her kesimin hakkına riayet eden “sulta-yönetim” olmalıdır. “Vatandaş, birey ve kul olarak” herkes devletine güvenmelidir. Devlet, vatandaşına büyük bir özgüvenle “bu benim devletimdir” dedirtmelidir. O zaman memlekette ne kaçak elektrik, ne hırsızlık olur ne de ipsizlik olur…
Devlet, otoriter yapısını “adaletten uzak” bir yaklaşımla gerçekleştirirse; hem devletin kendisi ceberruti, eşkıya olur, hem de toplumda “kamu destekli baskı gurupları” peydahlanmış olur. Toplumda kraldan çok kralcı insanlar türer. Hatta olaylar “kriminal” boyut kazanır. Mesela; töre cinayetleri veya kadına yönelik şiddetin psikolojik altyapısı, kamu otoritesinin adaletle işlemediğini gösteren paranormal bir durumdur. Devlet, bu noktada zafiyet içindedir…
“Terör devleti, mafya devleti, zalim devlet” gibi tanımlamalar, devletin işleyişi ile alakalıdır…
Her Cuma namazında hoca efendiler hutbede “Allah adaleti emreder” ayetini okurlar. Adaleti emreden Allah, “Müslim-gayrimüslim, zengin-fakir, nüfuzlu-nüfuzsuz” ayrımı yapmaz. Herkese adaletli olmayı emreder. Devlette de mekanizma bu yönde işlemelidir.
Kamu menfaatleri ve kamunun nimet paylaşımı, halkın tamamına fayda getirecek şekilde paylaştırılmalıdır. Bu manada demokrasinin “adaletten uzak, aldatıcı çoğulcu sistemi” bizi aldatmasın. Zira nice “kuvveti üstün tutan, çokluğu haklılık sayan” sistemler çökmüş, kavimler helak olmuş, zilleti yaşamışlardır.
Onun için “kesintisiz ve sürekli adalet”, devletin bekası için çok önemli!