4+4+4'ün Ret Gerekçesi Açıklandı
6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu iptal istemini reddeden Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.
Kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un bazı hükümlerinin iptal istemini reddeden Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı.
CHP, Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesinde dava açmış, Yüksek Mahkeme, iptal istemlerini reddetmişti.
Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde, 6-14 ilköğretim çağı yaş aralığının 6-13 şeklinde değiştirilmesiyle ilgili iptal istemini incelendi. Bu düzenlemeyle, ilköğretim çağının başlangıç yaşında değişiklik yapılmadığı, bitiş yaşının bir yıl düşürüldüğü belirtilen gerekçede, ilköğretim çağının başlangıç yaşının 6 olduğu ve bu çağın, çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlayacağı konusunun önceki düzenlemede olduğu gibi aynen tekrarlandığı ifade edildi.
Gerekçede, buna karşılık, ilköğretim çağı bitiş yaşının 14 yerine 13 şeklinde değiştirildiği, bu çağın 13 yaşın bitirilip 14 yaşına girildiği yılın öğretim yılı sonunda dolacağının belirtildiği kaydedildi.
Değişiklikten önce 6-14 yaş aralığını kapsayan ilköğretim çağının, dokuz eğitim ve öğretim yılına tekabül ettiği, böylece sekiz yıllık zorunlu eğitime fiilen başlama yaşını belirleme konusunda yürütmeye belli ölçüde takdir yetkisi tanındığı belirtilen gerekçede, "Dava konusu kurallarla yapılan değişiklik sonucu hem ilköğretim çağı dokuz yıldan sekiz yıla indirilerek sekiz yıllık zorunlu ilköğretim süresiyle uyumlu hale getirilmiş hem de yürütme organının takdir yetkisi daraltılmıştır. Yürütmenin takdir yetkisi, ilköğretimin başlangıç yılı olan altıncı yaşın kaçıncı ayında eğitime başlanacağının tespitiyle sınırlandırılmıştır" ifadesine yer verildi.
-"Eğitim, doğumla başlar"-
Dava dilekçesinde, "ailesinin veya herhangi bir yakınının yardımına gerek duymaksızın günlük ihtiyaçlarını karşılayabilme becerisini henüz edinmemiş, dil, beden ve zihin gelişimi yeterli düzeye ulaşmamış 5 yaş çocuklarının ilköğretime başlatılmalarının çağdaş ve bilimsel eğitim esaslarına uygun düşmediğinin" savunulduğu anımsatıldı.
Anayasadaki "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" başlıklı 42. maddesinin ilk fıkrasında, "Kimse, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun bırakılamaz" ifadesine atıf yapılan gerekçede, eğitim ve öğretim hakkının genelliği ilkesinin benimsendiği ve ikinci fıkrasında da öğrenim hakkı kapsamının kanunla düzenleneceğinin belirtildiği kaydedildi.
Maddenin gerekçesinde de devletin, ilköğretim zorunluluğunun hangi yaştan hangi yaşa kadar devam edeceğini saptayabileceği aktarılan gerekçede, Anayasadaki bu düzenlemeyle, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılması öngörülen eğitim ve öğretimin, zorunlu olması esası benimsenmiş ancak hangi yaştan hangi yaşa kadar devam edeceği, süresi ile kesintili ya da kesintisiz yapılmasına ilişkin takdir yetkisinin kanun koyucuya bırakıldığı vurgulandı.
Gerekçede, Kanun koyucunun, Anayasanın verdiği bu yetkiye dayanarak, 6-14 olan ilköğretim çağı yaş aralığının bitiş yaşını, dava konusu kurallarla 14'ten 13'e indirdiği belirtilerek, düzenlemede ilköğretim çağının başlangıç yaşıyla ilgili herhangi bir yeniliğin söz konusu olmadığına işaret edildi.
Gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Eğitim, doğumla başlayan bir süreç olup bireyin yaşına ve fiziksel, bilişsel, psiko-sosyal ve ahlaki gelişim düzeyine göre içeriği ve yöntemi değişebilmektedir. Eğitimin çağdaş ve bilimsel olması, çocuğa verilecek eğitimin içeriği ve yönteminin, çocuğun yaşı ve gelişim düzeyiyle uyumlu olmasını gerektirmekte olup, içerik ve yönteminin çağdaş ve bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi koşuluyla Anayasanın 42. maddesinde öngörülen zorunlu eğitimin hangi yaşta başlatılacağının takdiri kanun koyucuya aittir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasaya aykırı değildir."
-Kanun koyucunun takdirinde-
Dava dilekçesinde, ilköğretimin dört yıl zorunlu ilkokul, dört yıl zorunlu ortaokul şeklinde kademelendirilmesinin pedagojik ilkelere aykırı düştüğü, ilköğretime başlama yaşının da 5 yaşa düşürüldüğü gözetildiğinde 9-10 yaşlarında, henüz somut işlemler döneminin ortasındaki çocukların, soyut eğitim yapılan ortaokula başlamalarının çağdaş ve bilimsel eğitim ilkesiyle bağdaşmadığının öne sürüldüğü de hatırlatıldı.
Dava konusu kuralla, sekiz yıllık kesintisiz ilköğretimin, dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul, dört yıl süreli ve zorunlu ortaokul şeklinde iki kısma ayrılarak kademelendirildiği belirtilen gerekçede, Anayasanın 42. maddesiyle, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılması öngörülen eğitim ve öğretimin zorunlu olması esasının benimsendiği, ancak, süresi ve kesintili ya da kesintisiz yapılmasına ilişkin seçimin, kanun koyucunun takdirine bırakıldığı vurgulandı.
Gerekçede, eğitim hizmetlerinin değişkenliği dikkate alındığında, ortaokul müfredatının belirlenmesinin, idari ve teknik bir mesele olduğu, kanunla belirlenmesi zorunluluğunun bulunmadığı ifade edilerek, bu nedenlerle dava konusu kural Anayasanın eğitim ve öğrenim hakkı başlıklı 42. maddesine aykırı olmadığı bildirildi.
-"Diğer ilahi kitaplar ve peygamberlerin hayatı da okutulabilir"-
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralın sadece bir dinin mensuplarının yararlanacağı isteğe bağlı seçmeli din dersine yer vererek, diğer dinlerin mensuplarına yönelik seçmeli dersleri Bakanlığın takdirine bırakmasının Anayasanın 10. maddesinde korunan "kanun önünde eşitlik" ilkesine aykırı olduğu da ileri sürüldü.
Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde, Anayasada korunan eşitlik ilkesinin, aynı durumda olanlara aynı, farklı konumda olanlara da farklı kuralların uygulanmasını gerektirmediği vurgulandı.
Gerekçede, "Dava konusu kuralla, toplumun çoğunluğunun mensubu olduğu İslam dininin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim ve Peygamberinin hayatıyla ilgili bilgileri içeren derslerin isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulmasının doğrudan kanunla öngörülmüş olması, diğer ilahi kitaplar ve peygamberlerin hayatının seçmeli ders olarak okutulamayacağı anlamına gelmemektedir" değerlendirmesinde bulunuldu.
Dava konusu kuralla, Bakanlığa, ortaokul ve liselerde okutulacak diğer seçimlik dersleri belirleme yetkisinin verildiği vurgulanan gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Bu yönde toplumsal bir ihtiyacın doğması halinde, Bakanlıkça diğer dinlerin ilahi kitapları ile peygamberlerinin hayatının seçmeli ders olarak okutulmasının önünde herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu öncesine giden bazı toplumsal ve siyasal olayların azınlık dinlerinin mensuplarına özgü hukuki düzenlemeleri beraberinde getirdiği de bir gerçektir. Dolayısıyla, dava konusu kuralın diğer dinlerin mensupları aleyhine bir eşitsizliğe neden olup olmadığını incelerken, sistematik yorum gereği hukuk düzenini bir bütün olarak ele almak, konuyu mevzuattaki diğer hükümlerle birlikte değerlendirmek gerekecektir."
-Lozan Antlaşması'na atıf-
Gerekçede, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu belgelerinden Lozan Antlaşması'nın, azınlıkların haklarını düzenleyen en önemli hukuki metinlerden biri olduğu, Antlaşma'nın, "Azınlıkların Korunması" başlıklı üçüncü faslında
"Türkiye'de yaşayan gayri müslim azınlıkların hukukunun düzenlendiği" hatırlatıldı.
Türk hukukunun ayrıcalıklı bir parçası haline gelen Lozan Antlaşması'nın, Anayasanın 90. maddesi kapsamında kanun hükmünde bulunduğunun açık olduğu kaydedilen gerekçede, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önündeki bir davada yaptığı savunmada, Lozan Antlaşması gereğince, Musevi ve Hristiyan öğrencilerin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muaf tutulduğunu bildirdiğini aktardı.
Lozan Antlaşması'nın, "Türkiye'nin tüm ahalisinin din farkı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduklarını ve Türkiye tebaası gayri müslim azınlıkların, Müslümanların sahip oldukları aynı medeni ve siyasi haklardan istifade edeceklerini" belirttiği kaydedilen gerekçede, Lozan Antlaşması'nın, Müslüman olmayan azınlıklara muamele konusunda da önemli ayrıcalıklar getirdiği bildirildi.
Gerekçede, şu ifadelere yer verildi:
"Dava konusu kural, Lozan Antlaşması'nın hükümleriyle birlikte değerlendirildiğinde, din eğitimi ve öğretimi konusunda diğer dinlerin mensuplarına ayrımcılık yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Kişilere din ve vicdan özgürlüğü alanında seçenekler sunan, toplumu oluşturan bireylerin bu alandaki yaygın ve müşterek ihtiyaçlarının karşılanmasını kolaylaştıran tedbir ve uygulamalar laiklik ilkesine aykırı görülemez. Nitekim hemen her ülkenin din eğitim ve öğretimi, hakim dine belli bir ağırlık vermekte, diğer dinler karşısında çoğunluk dininin mensuplarına bazı öncelikler tanımaktadır. AİHM de objektif ve gerekli olduğu takdirde bu farklı muamelenin Sözleşmeye aykırılık teşkil etmeyeceğini belirtmiştir."
Gerekçede, AİHM Büyük Dairesinin, Lautsi/İtalya-2011 davasında,
"Hristiyanlığın sembollerinden çarmıha gerilmiş İsa figürünün sınıflarda asılı olmasının, çoğunluk dini Hristiyanlığın okul ortamında baskın bir görünürlüğe sahip olması anlamına geldiğini" kabul ettiği belirtildi.
AİHM'in Türkiye ile ilgili 2007 yılında verdiği kararda da devletin laik niteliğine karşın İslam'ın Türkiye'de çoğunluk dini olduğu gerçeği karşısında,
"Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi" müfredatında diğer dinlere kıyasla İslam dinine daha fazla yer ve öncelik verilmesinin, tek başına çoğulculuk ve objektiflik ilkelerinden sapma anlamına gelmeyeceğine yer verildiği kaydedildi.
Gerekçede, "Bu açıklamalar ışığında, dava konusu kuralın diğer dinlerin mensupları aleyhine bir düzenleme getirmediği, dolayısıyla Anayasanın 10. maddesinde korunan eşitlik ilkesine aykırı olmadığı anlaşılmaktadır" değerlendirmesi yapıldı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.